The Fades

Bu yıl başlayan birçok başarılı dizi var. Bunların çoğundan haberimiz oldu ve takip etmeye başladık. Tıpkı Grimm, Homeland, American Horror Story yada Person of Interest gibi... Ama bir dizi vardı ki hep gözlerden kaçtı: The Fades.

The Fades ilk sezonu dolu dolu 6 bölümden oluşan bir fantastik Amerikan-İngiliz ortak yapımı. Baş karakterimiz 17 yaşındaki Paul. Küçüklüğünden beri gördüğü ilginç rüyalarla sürekli başı derttedir. Ancak birgün şahit olacağı bir olay Paul'un ilerde başına geleceklerinin habercisidir. Gördüğü şey ise "Solgunlar" adı verilen ve normal insanların göremediği, hissedemediği yaratıklardan biriyle; Neil adı verilen avcılardan birinin kavgasıdır. Neil; sayısı giderek azalan avcıların ve arkadaşını yeni kaybetmenin acısıyla boğuşurken bir taraftan da Paul'a yol göstermeye çalışacaktır.

Konuyu diğer zombi yada hayalet yayınlarından ayıran birkaç şey var. Bunlardan en önemlisi belki de ölüm-yaşam arasındaki işlenen güzel düşünce. İnsanlar öldükten sonra diğer dünyaya geçişlerinde kullandıkları yol kırılmış ve bu yüzden diğer tarafa geçmeyi başaramayanlar Dünya'da sıkışıp kalmıştır. Kalanlara ise solgunlar (Fades) deniyor. Ancak solgunlar dokunmaya, hissetmeye ve saldırma yeteneği kazanmaya başlayınca olanlar oluyor. Polus adlı en eski solgun bu bulduğu yöntem ile kendi ordusunu kuracak ve avcılara/insanlara karşı savaş açacaktır.



Dizide karakterimiz Paul çok önemli bir kadere sahip ve bazı gelecekten kesitler görerek durumu daha da ilginçleştiriyor. Bunun haricinde ölülerin diğer dünyaya geçiş aşaması ise çok farklı ve güzel gösterilmiş. Ve solgunların normal bir ruh yada hayalet gibi davranamaması (kapıların içinden geçememek yada zaman geçtikçe görünümünün çürümesi) avcıların işini kolaylaştırırken sonrasında buldukları insan eti yiyerek bir vücuda bürünmeleri, sayısı azalmış avcıları ve çaresiz insanları zor durumda bırakacaktır.



Dizide karakterler de çok iyi işlenmiş. Paul'un bir film manyağı kankası Mac, Paul'un ikiz kız kardeşi Anna ve arkadaşı Jay. Yada öldükten sonra sevgilisi için solgun olmaya razı olan eski bir avcı Sarah... Hepsinin farklı hikayeleri ve farklı bakış açıları var.

İlk 6 bölüm çok hızlı işleniyor ve direk konuya giriyor ancak sezonu öyle bir yerde bırakıyor ki 2. sezonu merakla beklemek zorunda kalıyorsunuz. Giriş videosu da ayrı güzel. Konusu bakımından farklı ve işleyişi uzatmayan bu güzel diziyi izlemenizi tavsiye ederim.



|| Resmi Web Sitesi ||   || Facebook Sayfası ||  || IMDB Sayfası ||
|| Türkçe Altyazı ||  || Torrent Dosyası ||



Trine 2


Vakti zamanında üç cesur kahraman varmış, Trine denilen kadim zamanlardan kalma tılsımlı bir obje tarafından seçilmiş. Bu üç kahramanın ilki bir büyücüymüş; Amadeus. Belki büyücülerin en yüreklisi ve en güçlüsü değilmiş Amadeus, ama son derece zeki ve mantıklıymış. Pontius ise bir şövalyeymiş; krallığın korkusuz koruyucusu... Söz konusu lezzetli yemek, iyi içki ve savaşmak olduğunda akan sular dururmuş bu yürekli savaşçı için. Ve Zoya... Gizemli bir hırsız... Onu bulutlu bir gecede yanımızdan süzülerek geçen bir gölge olarak görebilirmişiz sadece...

Bu üç kahramanın nasıl bir araya geldiğini başka bir hikayede dinlemiş olmalısınız. Şimdi ise ormanda çok daha gizemli ve sihirli bir şeyler vuku buluyor. Ve Trine, cesur kahramanlarımızı bir kez daha çağırıyor...

3 karakteri de oynayabildiğiniz, heryerin tablo gibi grafiklerle bezendiği, hiç bitmesin diye oynarken oyalandığınız bir oyun Trine. Adeta bir masalın içinde olmak... Kısaca böyle anlatabilirdim elbette ama tabii ki burada noktalamak bu muhteşem oyuna saygısızlık olur.



Oyunda büyücü Amadeus, hırsız Zoya ve şövalye Pontius'la beraber bir maceraya atılıyoruz. Evet Trine 1'de de hikaye böyleydi ve Trine 2'den de neredeyse öyle. Oyuncuyu ters köşeye yatıran her bölüm sonu merakta kaldığımız bir senaryosu yok. Onun yerine her bölümde belli bir konsepti size yaşatan, her iksiri aldırmak için size hırs verdiren, akıl dolu bulmacalarıyla sizi zorlayan ve tüm bunların yanında size gösterdiği inanılmaz grafikleri var.

Yapımcı firma Frozenbyte. Finlandiyalıların dokunduğu herşeyin güzel olduğunu buradan birkez daha öğrendim. Tamam müzikte efsaneler ama oyun yapımında da bu kadar yetenekli olduklarını bilmiyordum. Trine 1'in başarısını ikinci oyunlada devam ettirmekle kalmadılar çıtayı biraz daha yükselttiler. Genel olarak zaten bildiğimiz 3 karakterle soldan sağa ilerleyerek gittiğimiz bir platform oyunu olan Trine'da ki 3 karakterde birbirini tamamlayan özelliklere sahip.



Büyücü Amadeus'un saldırma yeteneği yok. Onun yerine küpler ve köprüler oluşturarak gidilmek istenen yerlere yardımcı oluyor yada eşyaları, objeleri hareket ettirerek bulmacaların çözümüne katkıda bulunuyor. Hatta isterseniz orkları alıp yüksekten aşağıya atıp onu yem bile yapabilir. Hırsız Zoya'nın ise o peçeli görünümünün altında heryere uzanan ancak sadece tahtalara saplanabilen bir ipi var. Sadece ipi değil aynı zamanda da okçuluğu sayesinde uzak hedefler için öldürücü olabiliyor. Alev ve buzlu okların yanı sıra, çok iyi geliştirebilirseniz attığı her ok bomba etkisi yaratabilir. Şövalye Pontius ise tam bir savaşçı. Orklarla olan kavgalarınızda ortaya çıkması yeterli. Kılıcı ve çekici ile saldırıları çok etkili olduğu gibi, kalkanı sayesinde de çoğu oktan, alev toplarından kurtulmakla kalmayıp onları düşmana geri gönderebiliyor.



3 karakteri bu şekilde özetledikten sonra biraz da bölümlere bakalım. Her bölümde farklı bir konsept var dedik evet. Su altında ahtapotlarlarla, zindanlarda iskeletlerle, ormanda dev kurbağalarla, yada orkların hemen heryerden çıktığı daha nice bölümlerden oluşuyor Trine. Ve bunu 2 boyutlu olmasına rağmen inanılmaz grafiklerle size yaşatıyor. Tabii grafiklerden de öte muhteşem fizik motoruyla. Tohumları sulamanız için bir yaprağa düşen suyu 10 metre ileriye nasıl taşıdığınızı görünce hayran kalıyorsunuz sizde.

Ses ve müziklere gelince... Finlandiyalı bir folk grubu yapmış hissi uyandıran ve bölümlerle beraber ona ayak uyduran muhteşsem müzikleri var oyunun. Zaten soundtrack albümüde ayrıca satışa çıktı. Sesler de tek tek üzerinde çalışılmış, karakter seslendirmeleri de fena değil. Trine'da multiplayer özelliğide online co-op şeklinde çalışıyor.

Bu arada unutmadan söylemek gerek ki; Trine 2 Türkiye'de orjinal olarak satışa sunuldu. Hemde özel bir paket halinde. Üstelik Türkçe altyazılı olarak! Bunun yanında Trine 1, müzik albümü ve sanat tasarım kitabı da bu pakete dahil. Kesinlikle kaçırılmaması gereken bir koleksiyon. Tabii oyunu torrentten indiren bizlerin eli boş :)  Son olarak sizlere aşağıdaki trailer'ı izlemenizi öneririm.  Artık bundan sonraki platform oyunlarının işi daha zor ;)

Oyun Notum : 90/100


Trine 2 Resmi Sitesi

Alcest

Uzunca bir aradan sonra yazmaya başlamak için herhalde şu günlerde en uygun şey bu olurdu diye düşündüm. 2012 albümleri yeni çıkmış ve sürekli wmp'ımda dönerken şarkıları sanırım haklıydım bu düşüncede. Ne zaman Alcest dinliyor olsam dalgaların kıyıya vurduğu bir sahilde; ben ise tek başıma bir bankta oturup sessizliği duymaya çalışmış gibi hayal ederim kendimi. Alcest'i diğer gruplardan ayıran en önemli özellik belkide buydu...



Bir zamanlar Empyrium'da da yer almış olan Neige'nin projesidir Alcest. Hüzün ve huzur gibi birbirine zıt iki soyut olguyu albümünde hissettirebilecek kadar ileri gidebilir. Bir anda sert black riffleriyle sizi boğarken ansızın gelen clean vokalle bir anda karışır duygularınız. Liriklerde yer verdiği melankoli ise herşeyi örter bir kar gibi...

Alcest'le tanışmam 2007 yılındaki ilk albümleriyle olmuştur. Ancak hemen hatırlatalım ondan öncesinde aslında grup 3 kişilik bir black metal grubu olarak Fransa'da kuruldu. Kurucuları Aegnor ve Argoth, Neige'yi yalnız bırakınca o da black metalden kayarak grubun türünü Shoegaze/Darkwave yapar. Albümü de bu konseptte çıkarır ve oldukça iyi eleştiriler alır. Öyleki Neige bu albümde tüm enstrümanları kendi çalar. Daha sonra 2. albüm olan "Écailles de Lune" 'da bateriye Winterhalter gelir ve o şekilde kayıt yapılır. Özellikle o albümde "Sur L'Ocean Couleur de Fer" adında bir şarkı vardır ki benim için Alcest'in ilk 3'üne girer.

Yeni çıkan albümleri "Les Voyages De L'Âme" ise yine her albümle yükselen çıtayı korumayı bilmiş. Yine aynı hava, yine aynı hüzün, ve bu dinlerken size de yansıyor. Bu kez Neige diğer albümlere nazaran daha az black vokal kullanmış. Clean vokallere daha fazla yer vermiş. Ancak bu Alcest'e özgü o atmosferi asla dağıtmamış.  Albüme adını veren  Les Voyages De L'Âme ise tam bir başyapıt. Kapak ise yine bir çizim ve yine Écailles ile yarışır güzellikte. Ancak kesinlikle Alcest şarkı şarkı değilde albüm olarak dinlenilecek türden bir grup. Yinede aşağıdaki klibi izleyerek merakınızı giderebilirsiniz:


 Daha şimdiden birçok webzine ve dergiden albüm için 9.5 yada 10 gibi çok yüksek puanlar almaya başlayan Alcest'in sizi biraz uzaklara götürmesi için izin verin derim.


Stüdyo Diskografi:
Souvenirs d'un Autre Monde  [2007]
Écailles de Lune                  [2010]
Les Voyages De L'Âme         [2012]

En Sevdiklerim:
Souvenirs D'un Autre Monde
Sur L'autre Rive Je T'attendrai
Sur L'Ocean Couleur de Fer
Les Voyages De L'Âme

Linkler: