Game of Heart


Farklıdır bu yazacaklarım... Beklenmedikdir benden. Bu yüzdendir ki başıma her zaman gelen birşey gelmedi. Bu yüzdendir ki başıma değil en hayati organıma denk geldi. Merkezidir insanlarda bu organ. Herşeyin sebebidir aslında. Aklı başında yada zeki bir insanın beyin sanmasıdır aslında bu organı. Bilmezler ama herşeyin sebebidir sol göğsümüzde atanın. Daha önce yaşadım dersin ama o yaşadıklarına benzemez. Daha önce atlattım dersin ama o atlattıkların birer kış hastalığı gibi gelir bunun yanında. Sebebi basittir aslında. Beklenmedik zamanda gelir. Beyninde düşüncelerin, kalbinde duyguların düğümlenir. Kulağınla duyduğunda işitirsin kalbini yumuşatının sesini... Elinle dokunduğunda hissedersin onun yanında olmanın nasıl birşey olduğunu. Burnuna gelen onun parfümü değildir aslında, onun saçının kokusudur. Ve görürsün, evet görürsün... Gördüğünde ise hissettiklerinden çok farklı olduğunu anlarsın ve ağlarsın. Gözün o an sadece ağlamak için var olduğunu kanıtlar sana. Nefes almakta zorlanırsın. Kalbinin bunu bilinçlice yaptığından şüphe duyarsın. Aslında kalbin değil ciğerlerin yapar sana bunu. O senin yanında değilken ihtiyacın olan nefesi çekmemeni ister. Zorlanmanı ve buna alışmanı ister. Sen ona doğru yakınlaşmayı istersin ama ayakların geri geri gitmek ister. Uzaklaşmak ister ondan. Sana acı veren herşeyden seni uzaklaştırmak ister. Ama o acıyı tatmadığı için bilemez ayakların. Sonra yorulursun. Oturmak zorunda kalırsın ağır ağır. Boynun istemsizce onun nerede olduğunu görmek ister ve çevirir göresin gözlerinle diye. Aslında anlamamış olduğunu anlarsın işte. Seni ondan uzaklaştıran ayakların değilmiş; 'O' senden uzaklaşmak istemiş. O ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın sen onu görmeye devam edersin. O seni göremez, ama üzülme der gözlerin; 'o seni yanındayken de görmüyordu' der. Sonra bir bakarsın büyük bir rüzgar çıkar. Alır götürür gözündeki yaşları, burnunda tüten o kokusunu; gözlerinin önünde "o" sandığın onun buğulu görüntüsünü... Rüzgarın arkasından başlar yağmur. Çünkü sen kimseye anlatamazsın. Kimse de sana sormaz neyin var diye. Çünkü onlar seni böyle bilmezler. Dedim ya, senden beklemezler böyle birşey. Seni öyle tanımamışlardır. Seni tanıyan tek kişi dediğin "o" da senden uzaklaşmıştır artık... Senin içinde biriken ama rüzgarın alıp götürdüğü o incecik ve rüzgâra bile karşı koyamayan damlaların nereye gittiğini merak edersin. Sonra çok geçmeden Mikâil sana cevabı verir. Seni boğan o damlaların aslında ne kadar büyük olduğunu gösterir sana. Aslında senden akanlardan çok, senden akmayanlarla yapmıştır o yağmuru. Çünkü o bilir içindeki bulutları. Beklersin umutsuzca tıpkı onu beklediğin gibi yağmurun durmasını. Daha fazla yağmasını istemezsin çünkü o anlatır sana dertlerinin büyüklüğünü. Sonra anlarsın artık onun gelmeyeceğini. O an anlarsın seni ıslatanın aslında yağmur olmadığını... Düşünceler dakikalara dönüşür, dakikalar da saatlere. Ama hala üzerindeki ıslaklığın neden geçmediğini bilemezsin. Oturduğun yerden kalkmak istemezsin hâla. Gelip belki elini uzatır sana diye. Umudunu yitirmen için daha ne yapması gerekir, anlamazsın. Hep hayal kurarsın... Herkes senin burcuna bağlar hayalperest olmanı. Ama aslında bilmezler benim kurduklarımın sadece hayalkırıklıkları olduğunu... Kırılan sadece hayallerin değil aslında kalbin olduğunu... Bu düşünceleri sana beyninin değil kalbinin yazdırdığına inandırırsın sonunda. Ama anlamaz birçoğu. Çünkü hala başlarına 'aşk' dedikleri şeyi beklerler. Bilmezler aslında aşkın beklemekle gelmeyeceğini... Beklemekle gelseydi herkes uzaktakini beklerdi ve mesafeler bahaneleri olmazdı. Ve her zamanki gibi benim de yazacaklarım hep duygularımın başını değil sonunu anlatırdı...


Sen yalnızsındır, o da yalnız.
Sen mutlusundur, o ise mutsuz.
Sen sevmezsin, o da sevmez.
Sen seversin, o yine sevmez.
Sen aşık olduğunu sanarsın, o yine olmaz.
Sen üzülürsün, o yine üzülmez.
Sen yalnızsındır, o da yalnız.
Sen mutsuzsundur, o ise mutlu...